28 Kasım 2008 Cuma
GİTMEK
Bu günlerde herkes gitmek istiyor
Küçük bir sahil kasabasina
Bir baska ülkeye, daglara, uzaklara...
Hayatindan memnun olan yok.
Kiminle konussam ayni sey...
Herseyi, herkesi birakip gitme istegi.
Öyle "yanina almak istedigi üç sey" falan yok.
Bir kendisi
Bu yeter zaten.
Herseyi, herkesi götürdün demektir..
Keske kendini birakip gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hani kendimizden raziyiz diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herseyi yüzüstü birakmak göze alinmiyor.
Böyle gidiyoruz iste.
Bir yanimiz "kalk gidelim",
öbür yanimiz "otur" diyor.
"Otur" diyen kazaniyor.
O yan kalabalik zira...
is, Güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma dugusu...
En kötüsü aliskanlik
Aliskanligin verdigi rahatlik,
Monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor.
Kaliyoruz...
Kus olup uçmak isterken, agaç olup kök saliyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha dogurmalar...
Borçlara girmeler...
isi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alikoyabiliyor.
Misal ben...
Kapidaki Rex'i birakip gidemiyorum.
Degil busehirden gitmek,iki sokak öteye tasinamiyorum.
Alip götürsem gelmez ki...
Bütün sokagim köpegim oldugunun farkinda
Herkes onu o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sirtinda yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir;
Evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin
Kendi imalatimiz küfeler.
Ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazim.
Barik ufak kaçislar yapabilsek.
Var tabi yapanlar, ama az
Sadece kaymak tabakasi
Hepmiz kaçabilsek...
Bütçe, zama, keyif...
Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün
Sabah 9, aksam 18
Sonra baska mecburiyetler
Sıkısıp kaldik.
Sırf yeme, içme, barinmanin bedeli
Bu kadar agir olmamali.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karsiligi, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar midir bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar asik olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittigim olmadi hiç.
Ama olsun...
istemek de güzel.
CAN YÜCEL
3 Ekim 2008 Cuma
Tek Şekerli Bayram
Bu Gün Bayram Günü Derler...
Hani Bol Bol Büyüklerin Ellerini,Küçüklerin Gözlerini,Yaşıtlarımızın Ellerini Tokaladıgımız.
Dargınlıkların Gecicide Olsa Son Buldugu Ziyaretlerin,Sohbetlerin,Belki'de Hüzünlerin En Sık Yaşandıgı An.
Bu Gün Bayram Günü;
Dünde Bayram Günüydü,Ve Yarında Bayram Günü.
Ne Bir Büyük Eli,Ne Bir Küçük Gözü Öptüm,Nede Bir Yaşıtımın Elini Tokaladım...
Sigara,Ekmek ve Gazete Almak İçin Gittigim Mahalle Bakkalının ve SMS lerin Haricinde Ne Kimse Benim Nede Ben Kimsenin Bayramını Kutladım.
Ne Kolonya Nede Şeker İkram Edildi...
Ne Kolonya Nede Şeker İkram Ettim...Zaten Yoktular.
Bu Gün Bayram Günü Derler...
Binanın Girişinde Bulduğum,Yemeye Doyamadığım ve Bitmesini Hiç İstemediğim Şekerle Tatlanan TEK ŞEKERLİ BAYRAM GÜNÜ...
Hani Bol Bol Büyüklerin Ellerini,Küçüklerin Gözlerini,Yaşıtlarımızın Ellerini Tokaladıgımız.
Dargınlıkların Gecicide Olsa Son Buldugu Ziyaretlerin,Sohbetlerin,Belki'de Hüzünlerin En Sık Yaşandıgı An.
Bu Gün Bayram Günü;
Dünde Bayram Günüydü,Ve Yarında Bayram Günü.
Ne Bir Büyük Eli,Ne Bir Küçük Gözü Öptüm,Nede Bir Yaşıtımın Elini Tokaladım...
Sigara,Ekmek ve Gazete Almak İçin Gittigim Mahalle Bakkalının ve SMS lerin Haricinde Ne Kimse Benim Nede Ben Kimsenin Bayramını Kutladım.
Ne Kolonya Nede Şeker İkram Edildi...
Ne Kolonya Nede Şeker İkram Ettim...Zaten Yoktular.
Bu Gün Bayram Günü Derler...
Binanın Girişinde Bulduğum,Yemeye Doyamadığım ve Bitmesini Hiç İstemediğim Şekerle Tatlanan TEK ŞEKERLİ BAYRAM GÜNÜ...
2 Ekim 2008 Perşembe
Bayram Duası
26 Eylül 2008 Cuma
Övüleceği öven sövüleceğe söven Cansız Hoca
Mustafa Cansız ismi, eğer Trabzonlu değilseniz size pek bir şey ifade etmeyecektir. Fakat onun yetiştirdiği din profesörü, günümüzün parti lideri Yaşar Nuri Öztürk’ü ise bilmeyen yoktur. Trabzon’da bir efsane gibi anlatılan, dini sorulara nükteyle, küfürle cevap vermesiyle meşhur Cansız Hoca, 1990’larda ses kayıtları ortaya çıkan ama varlığı kanıtlanamayan Oflu Hoca’nın aksine gerçek.
EDİSON CENNETE GİRECEK Mİ?
Cansız Hoca’nın bulunduğu bir yerde kimlerin cennete gireceği konusu tartışılıyormuş. Mollalardan biri Cansız Hoca’ya:- Hocam, Edison bütün dünyayı aydınlatan buluşu gerçekleştirdi ama yine cehenneme gidecek.- Sen Edison’un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?- O bizim Peygamber’e inanmadı. Onun için cennete giremez. Bunun üzerine Cansız Hoca, cevap verir: "Bakara suresinin 62. ayetinde şöyle der: Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlerlerse onların ecirleri Allah katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de. Yani, bu ayette Allah insanlara Allah’a ve ahiret gününe inanıp hayırlı işler yapmaları şartını getiriyor. Aynı ayet Maide suresinin 69. ayetinde tekrar edilmektedir. Sonra büyük álimlerin ekseriyeti iman sahibi oldukları bilinen bir husustur. Ayrıca Edison’un son nefesinde nasıl gittiğini ne biliyorsun?"
OKUNAN DUA ÖLÜ RUHUNA GİDER Mİ?
İzmirli avukat dava için Trabzon’a gelmiş. Sohbet esnasında, okunan duaların ölünün ruhuna gidip gitmeyeceği tartışılmış. Avukat, okunan duaların ölülerin ruhuna gideceğine inanmıyormuş. "Seni ancak Cansız Hoca ikna edebilir" demişler. Hocanın tavla oynadığı kahveye gidilmiş. Adam sorusunu yineleyince, aralarında şu diyalog geçmiş.
- Elbette gider.
- Peki nasıl gider?
- Senin anan, hanımın, kızın var mı?
- Var.
- Nerede oturuyorlar?
İzmir’de.
- Senin ananı, avradını, kızını s...
- (Adam sinirlenerek hocanın üzerine yürümüş) Ne biçim konuşuyorsun sen?
- Niye sinirleniyorsun? Duaların buradan ahirete gittiğine inanmıyorsun da, küfürlerin buradan İzmir’e gittiğine niye inanıyorsun?
EDİSON CENNETE GİRECEK Mİ?
Cansız Hoca’nın bulunduğu bir yerde kimlerin cennete gireceği konusu tartışılıyormuş. Mollalardan biri Cansız Hoca’ya:- Hocam, Edison bütün dünyayı aydınlatan buluşu gerçekleştirdi ama yine cehenneme gidecek.- Sen Edison’un cehenneme gideceğini nereden biliyorsun?- O bizim Peygamber’e inanmadı. Onun için cennete giremez. Bunun üzerine Cansız Hoca, cevap verir: "Bakara suresinin 62. ayetinde şöyle der: Şüphesiz iman edenlerle, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabilerden kimler Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih ameller işlerlerse onların ecirleri Allah katındadır. Onlara korku yoktur ve üzülmeyeceklerdir de. Yani, bu ayette Allah insanlara Allah’a ve ahiret gününe inanıp hayırlı işler yapmaları şartını getiriyor. Aynı ayet Maide suresinin 69. ayetinde tekrar edilmektedir. Sonra büyük álimlerin ekseriyeti iman sahibi oldukları bilinen bir husustur. Ayrıca Edison’un son nefesinde nasıl gittiğini ne biliyorsun?"
OKUNAN DUA ÖLÜ RUHUNA GİDER Mİ?
İzmirli avukat dava için Trabzon’a gelmiş. Sohbet esnasında, okunan duaların ölünün ruhuna gidip gitmeyeceği tartışılmış. Avukat, okunan duaların ölülerin ruhuna gideceğine inanmıyormuş. "Seni ancak Cansız Hoca ikna edebilir" demişler. Hocanın tavla oynadığı kahveye gidilmiş. Adam sorusunu yineleyince, aralarında şu diyalog geçmiş.
- Elbette gider.
- Peki nasıl gider?
- Senin anan, hanımın, kızın var mı?
- Var.
- Nerede oturuyorlar?
İzmir’de.
- Senin ananı, avradını, kızını s...
- (Adam sinirlenerek hocanın üzerine yürümüş) Ne biçim konuşuyorsun sen?
- Niye sinirleniyorsun? Duaların buradan ahirete gittiğine inanmıyorsun da, küfürlerin buradan İzmir’e gittiğine niye inanıyorsun?
25 Eylül 2008 Perşembe
24 Eylül 2008 Çarşamba
Çıtır SİMİT ve ÇAY Keyfi
"Çay ve simit benim harika ikilim.
Tok karnına bile insanı baştan çıkarır simit... "
Yazara Göre "Simitle Çay"
Bu başlığa kaşar peynirini de eklemek isterdim ama onun çayla simidin dostluğu karşısında silinip ikinci planda kalması daha doğru. Çünkü çayla simidi beraber bulduğumuz günler eksik değil, ama üçünü bir arada bulmak?.. Belki çayı da simitten ayırmak doğruydu. Yalnız simitten, sabahın o leziz, insan icadı yemişinden söz açmalıydım. Ama ne yaparsın, çaya kıyamadım. Simidin yanında o da ikinci planda kalıyor ama dostlukları da samimi bir dostluktur. Hiçbir kahvaltı simitle çayın yerini tutamaz. Ballı, reçelli, tereyağlı, hatta pamplımuslu kahvaltıların sonunda sokağa bir otomobille çıkmayan insan varsa kızılır öylesine. Bu çeşit kahvaltıdan sonra ayaklarınız ıslanmadan otomobile atlamalısınız. Yine ayakkabılarınız çamurlanmadan maroken koltuklu bir yazıhanede telefonu ele alıp:
- Dün, akşam söylediğim gibi. On para aşağı olmaz.
Tak telefonu kapamalı, tekrar açmalı:
- Borsadan ne haber? Yetmiş altı, yirmi mi? Satma, bekle. Efendim bekle diyorum sana. Elbet bir bildiğim var benim de. Yetmiş yediye de vermem. Seksenden on para aşağı olmaz. Peki bekliyorum. Öğleye kadar telefon edilmezse sözümden cayabilirim. Unutulmamalı... demeli.
Ama çayı simitle içtikten sonra sokağın çamuruna karışır, dişlerimizde hâlâ susam kırıntıları oradan oraya koşabiliriz. Sokakta yağmur yağar, alnımızdan ter damlar. Dişlerimizde susam tanesi, çayın kokusu hala burnumuzdadır. Ah, bir akşam olsa, kağıt yığınları önümüzden bir eksilse, bir yatağımıza uzansak, ayaklarımız bir dinlense... Oh! Yine sabah oldu bak! Acem Hasan Efendi çayı demlemiştir. Şu abullabut simitçi de nerde kaldı? Allah belanı versin! Gelir, akşamki simidi dayar. Gelmez çayın tadı kaçar.
Yeniden İstanbul sokakları. Memursanız evrak, muharrirseniz mevzu, işçi iseniz tarak, işsizseniz park...
Her şey, içinizi delik deşik eden yağmurlu günün içine sinmiş çay kokusu, dişlerinizdeki susam tanesi ile tadını alır, ilk adımını atar.
İşte şimdi kaşar peynirine sıra geldi. O gün keyfimiz yerinde uyandık. Cebimize bir baktık ki olur şey değil! Bir yirmi beşlik feda edebileceğiz.
- Aman bana yirmi beş kuruşluk kaşar peyniri! Eski olsun n'olur?
İşte o zaman harikulade bir ziyafet sofrası kahvenin mermerindedir.
Sarı, bakkal kağıdında yatan bu sarışın şey nedir? Kaşar peyniri midiri, kat kat baklava, telkadayıf mıdır? Yoksa şehvetle uzanmış bir kadın mıdır? İşte koparmaya kıyamadığımız yumuşak, taze iki simit. İşte Acem Hasan Efendi'nin ince belli, kırmızı benekli çay fincanı.
İşte susamın kırıntıları! Doldurun avucunuza masanın mermerinden elinizin kenarıyla! Atın ağzınıza! Sonra kibrit kutusunun kapağından ufak bir parça koparın! Dişlerinizin arasındaki susamları ayıklayarak mesut işinize gidin!
Sabahın büyük ziyafeti bitmiştir. Bir cıgara yakabiliriz şimdi.
- Dün, akşam söylediğim gibi. On para aşağı olmaz.
Tak telefonu kapamalı, tekrar açmalı:
- Borsadan ne haber? Yetmiş altı, yirmi mi? Satma, bekle. Efendim bekle diyorum sana. Elbet bir bildiğim var benim de. Yetmiş yediye de vermem. Seksenden on para aşağı olmaz. Peki bekliyorum. Öğleye kadar telefon edilmezse sözümden cayabilirim. Unutulmamalı... demeli.
Ama çayı simitle içtikten sonra sokağın çamuruna karışır, dişlerimizde hâlâ susam kırıntıları oradan oraya koşabiliriz. Sokakta yağmur yağar, alnımızdan ter damlar. Dişlerimizde susam tanesi, çayın kokusu hala burnumuzdadır. Ah, bir akşam olsa, kağıt yığınları önümüzden bir eksilse, bir yatağımıza uzansak, ayaklarımız bir dinlense... Oh! Yine sabah oldu bak! Acem Hasan Efendi çayı demlemiştir. Şu abullabut simitçi de nerde kaldı? Allah belanı versin! Gelir, akşamki simidi dayar. Gelmez çayın tadı kaçar.
Yeniden İstanbul sokakları. Memursanız evrak, muharrirseniz mevzu, işçi iseniz tarak, işsizseniz park...
Her şey, içinizi delik deşik eden yağmurlu günün içine sinmiş çay kokusu, dişlerinizdeki susam tanesi ile tadını alır, ilk adımını atar.
İşte şimdi kaşar peynirine sıra geldi. O gün keyfimiz yerinde uyandık. Cebimize bir baktık ki olur şey değil! Bir yirmi beşlik feda edebileceğiz.
- Aman bana yirmi beş kuruşluk kaşar peyniri! Eski olsun n'olur?
İşte o zaman harikulade bir ziyafet sofrası kahvenin mermerindedir.
Sarı, bakkal kağıdında yatan bu sarışın şey nedir? Kaşar peyniri midiri, kat kat baklava, telkadayıf mıdır? Yoksa şehvetle uzanmış bir kadın mıdır? İşte koparmaya kıyamadığımız yumuşak, taze iki simit. İşte Acem Hasan Efendi'nin ince belli, kırmızı benekli çay fincanı.
İşte susamın kırıntıları! Doldurun avucunuza masanın mermerinden elinizin kenarıyla! Atın ağzınıza! Sonra kibrit kutusunun kapağından ufak bir parça koparın! Dişlerinizin arasındaki susamları ayıklayarak mesut işinize gidin!
Sabahın büyük ziyafeti bitmiştir. Bir cıgara yakabiliriz şimdi.
sait faik abasıyanık.Yedigün, (45), 22 Ocak 1949
Şeref ekmek bulamazken
"ŞEREFSİZİM de"... "İspatlayamazsan şerefsizsin"... "Asıl sen şerefsizsin"...
Şeref, şeref, şeref...
Sanırım bu sözcük, hiç bu kadar ayağa düşmemişti...
İş o kadar çığırından çıktı ki...
Artık bir açıklamaya "sert açıklama" diyebilmek için, içinde mutlaka "İspatlayamazsan şerefsizsin" vurgusunun geçmesi gerekiyor...
Teşekkürler Tayyip Bey... Türkiye sizinle gurur duyuyor...
* * *
"Kıvırcık Ali" adlı bir türkücümüz vardır...
Hafif sosyal içeriklidir ama Mahsuni kıvamında değil...
Acılı türküler söyler ama Ahmet Kaya gibi yapmaz, alttan alır...
İşte bu "Kıvırcık Ali"nin, sazının tellerine acı acı dokunarak çığırdığı bir gecekondu türküsü vardır...
Sözleri şöyle bir şey:
"Şeref ekmek bulamazken şerefsiz budu/ Götürdükçe ciğer aney içim yanıyor/ Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor/ Şeref ekmek bulamazken şerefsiz budu/ Götürdükçe ciğer aney içim yanıyor."
Geçen akşam televizyon haberlerinde içinde bol miktarda "şeref" ve "şerefsiz" geçen demeçler dinledim... Haberler bitti... Bizim "Kıvırcık Ali" çıktı ekrana... Ve başladı türküsünü söylemeye: "Şeref ekmek bulamazken..."
Şeref, şeref, şeref...
Sanırım bu sözcük, hiç bu kadar ayağa düşmemişti...
İş o kadar çığırından çıktı ki...
Artık bir açıklamaya "sert açıklama" diyebilmek için, içinde mutlaka "İspatlayamazsan şerefsizsin" vurgusunun geçmesi gerekiyor...
Teşekkürler Tayyip Bey... Türkiye sizinle gurur duyuyor...
* * *
"Kıvırcık Ali" adlı bir türkücümüz vardır...
Hafif sosyal içeriklidir ama Mahsuni kıvamında değil...
Acılı türküler söyler ama Ahmet Kaya gibi yapmaz, alttan alır...
İşte bu "Kıvırcık Ali"nin, sazının tellerine acı acı dokunarak çığırdığı bir gecekondu türküsü vardır...
Sözleri şöyle bir şey:
"Şeref ekmek bulamazken şerefsiz budu/ Götürdükçe ciğer aney içim yanıyor/ Yanıyor da güzel anam yürek kanıyor/ Şeref ekmek bulamazken şerefsiz budu/ Götürdükçe ciğer aney içim yanıyor."
Geçen akşam televizyon haberlerinde içinde bol miktarda "şeref" ve "şerefsiz" geçen demeçler dinledim... Haberler bitti... Bizim "Kıvırcık Ali" çıktı ekrana... Ve başladı türküsünü söylemeye: "Şeref ekmek bulamazken..."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)